24 Mayıs 2012 Perşembe

Kriz Ne Arar Bazaarda


  Dünyada sık sık meydana gelen olaylardan biridir ekonomik kriz. Doğal olarak ortaya çıkarlar ve ortalığın ağzına sıçarlar, aslında sade vatandaşlar olarak nasıl, neden çıktığını tam olarak anlayamamktayız. Vatandaşlara ekonomik olarak girerek yansır bu krizler.

  İşte, 2008 yılının son çeyreğinde cereyan eder yine bir kriz ve bu kriz 1929 Dünya Ekonomik Bunalımıyla kıyaslanabilecek kadar büyüktür. Bu kriz ABD'deki gayrimenkul piyasasının birden değer kaybetmesi ve bunun sonucu olarak tutulu satışlardaki(mortgage) kişisel iflasların artmasının bu krizi tetiklediği sanmaktadır.

  Mortgage krizi bütün dünyayı etkiledi ve büyük bir genel kriz ortaya çıkardı, bunalımlar yaşandı, işçiler çıkarıldı, dengeler bozuldu ve dolayısıyla enflasyon yüzkseldi ve paralel olarak işsizlik arttı. Bu kriz ortamı aslında en çok büyük para babalarına yaradı. Kriz 2008 de başladı ve günümüz Mayıs 2012 ve hala kriz var denilmektedir. Kriz söylentilerinin çıkması patronlara yaradı bu sebeple adamlar zamları iptal edip işçi çıkardılar ve bazı harcamaları kıstılar. İşten çıkarılma korkusuylada zam muhabbetini yapamadı çalışanlar ve tam da patronların istediği ortam oluştu, öyle birşeyki korkarım bu kriz muhabbeti ortamı uzun bir süre devam eder.

  Kriz ortamının patronlara yaradığı söylemekteyim ve onları suçlamaktayım, çalışanların hakkını vermedikleri için tamamda sokaktaki herkesin elinde niye son model telefonlar altlarında niye son model otomobiller var yani. Sokağa çıkıyorum herkesin elinde iphonelar yani şaka gibi gencinden tutun yaşlısına kadar, yeni bir model otomobil çıkıyor daha tv de reklemlarını görmeden sokaklarda görüyoruz yani nasıl bir olaydır anlayamadım.

 Herkesin şikayet ettiği gibi bir kriz yok o zaman bu durumdan bu sonuç çıkar. Kriz olsaydı böyle lüks harcamalar yapılmazdı diye düşünüyorum. Yani nasıl bir ülkedir ya, çelişkiler ülkesiyiz kriz var ama lükse düşkünlük giderek yükseliyor yani söylenecek birşey yok tek söyleyebilceğim şey kimse kimsei suçlamasın önce herkes kendine baksın.



17 Mayıs 2012 Perşembe

İşim İletişim

  http://bayintegratedmarketing.files.wordpress.com/2011/11/public_relations-2.jpg

 Anlam olarak İletişim, iletilen bilginin hem gönderici hem de alıcı tarafından anlaşıldığı ortamda bilginin bir göndericiden bir alıcıya aktarılma sürecidir. Organizmaların çeşitli yöntemlerle bilgi alışverişi yapmalarına olanak tanıyan bir süreçtir. İletişim tüm tarafların üzerinden bilgi alışverişi yapılacak ortak bir dili anlamalarına ihtiyaç duyar(wikipedia)

  İletişim herkes için önemlidir, gerek kişiselarası iletişim gerekse kurumlararası iletişim. Karşınızdaki insana derdinizi iletişim yoluyla anlatırsınız. Kurumsal olarak bakarsak kurumlar ürettikleri ürünleri satmak için iletişim kurup ürünlerini tüketicilere duyurup, onları bir şekilde ikna etmeleri gerekmektedir.

  Halkla İlişkiler ve Reklamcılık mesleği iletişimin can damarlarındandır. Büyük kurumların ürünleri satmak için tüketicilerle birşekilde iletişime geçip ürünleri tanıtmaya ihtiyaç duymaktadırlar. Ürününüzü ürettikten sonra onu satabilmek için Pazarlamacılara, Reklamcılara ihtiyacınız vardır. Halkla ilişkilercilerde aslında kurumlarla tüketiciler arasında iletişimi sağlayan en önemli mesleklerdendir.

  Günümüz Türkiye'sinde büyük çoğunluk kendi mesleğinden farklı bir meslekte çalışmaktadır. Bu süreç daha üniversiteden başlar. Üniversiteyi bitiren biri kendi bölümünün dışında çalışmak zorunda kalır ve böylelikle o alanda uzmanlaşmış birinin mesleğini işgal etmiş olur. Böylelikle bu kişi sevmediği işi yapmak zorunda kaldığı için işini layıkıyla yapmaz ve sonuş olarak ülke ekonomisine bir yerde zararı bulunmuş olur.

  Halkla İlişkiler ve Reklamcılık bölümünden mezun olmuş biri iletişimin gerektirdiği bütün meslekleri layıkıyla yapabilecek kapasitededir hatta bu işler için biçilmiş kaftandır. Halkla İlişkiler ve Reklamcılık bölümü mezunları Satış ve Pazarlama pozisyonlarını kusursuzca icra edebilecek kişilerdir. İzmir ili için konuşacak olursak Reklam Ajanslarının sayısı ve niteliği küçüktür, dolayısıyla Satış ve Pazarlama pozisyonları Hİ ve Reklamcılık mezunları için idealdir fakat bu pozisyonlar alakasız birçok kişinin işgali altında olduğu için bu pozisyonlarda yer bulmak oldukça zordur. Maden Mühendisi birinin geçerli bir şirkette Satış ve Pazarlama yaptığını bilmekteyim o kadar yani anlayın artık.

  Şöyle bir durumda vardır şu günler konuşulan bir konu vardır, acaba ülkemizde iş sıkıntısı mı vardır yoksa iş beğenememe sıkıntısı mı. Benim düşünceme göre iş beğenmeme biraz saçma bir kavram çünkü istediği bölümden mezun olmuş, uzmanlaşmış birinin kendi mesleğini yapmak istemesi kadar doğal birşey yoktur. Kendi mesleğini icra eden biri, sevdiği işi yapan biri işini layıkıyla yapar ve böylelikle ülkesinede katkıda bulunmuş olur. Yani iş beğenememe çok saçma ve gereksiz bir kelimedir.

  Hükümet yeni mezunlara deneyim ve referans katmak amacıyla İşkur'la  beraber uzun dönemli stajyer yada kursiyer adında bir program yürütmektedir fakat bu oldukça yetersizdir. Hükümet  daha kişilere üniversitelerden mezun olmadan deneyim kazanmalarını sağlamak amacıyla bir takım programlar uygulamalıdır. Bazı şirketler eleman alıpda ona 1000 küsür lira vereceğine bu işkur stajyeri alıyor ve onları kullanıyor hemde devletten cıkarını sağlıyor bravo valla.

  İş aramaya başlamadan önce bu yılın sıkıntılı geçeceğine dair istihbarat almıştım, işe alımların bu yıl az olacağına dair. Yani yaklaşık 4 aydır iş arıyorum şu ana kadar öyle bir ortam görmedim. Sorun bence ney gençlere fırsatın verilmemesi, bütün şirketlerin en az 2 yıl deneyimli birilerini araması, bana fırsat verilmezse ben nasıl deneyim kazanıp bü ülke hayrına çalışmaya başlayacağım. Bü ülkede olan bitenleri anlamak gerçekten zor ne diyelim gerçekten çalışmak isteyen biri işe alınmaz, serseri boşgezen torpili olan biri işe alınır ama yinede kendi şansımı kendim yaratacağım Türkiyede zor olsa bile.

  Rakamlar Ülkemizde herşeyin iyi gittiğini göstermektedir, fakat gerçek sokaktadır. Genellikle rakamlar uydurmadır ve şişirilmiştir. Gerçek ülkemizdeki durumun gençler açısından özellikle yeni mezunlar açısından zor olduğu.

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Şeytan Üçgeni (Marka İmajı, Kurum Kültürü, Müşteri Memnuniyeti)

  
  Marka İmajı bir marka hakkında müşterinin mevcut görünümüdür. Kusursuz, özel, büyük bir marka olmanın yolu markanın müşterilerle olan uyumundan geçer. Markanın kesinlikle ne anlama geldiğini belirler ve diğer markalardan ayıran özelliklerden biridir. Marka imajı tüketicinin beyninde çeşitli kaynaklar tarafından  şekillendirilmiş izlenimdir.

  Kurum Kültürü bir organizasyonuna parçası olan insanların kolektif davranışıdır, aynı zamanda kurum kültürü kuruluşun değerleri, vizyonu, normları, çalışma dili, sistemleri, sembolleri, inanç ve alışkanlıklarını da kapsar. Aynı zamanda kolektif davranışlar grubun yeni üyelerine nasıl davranmaları, hissetmeleri ve algılamaları konusunda öğrettikleri kalıptır. Örgüt kültürü kişi ve grupların müşterileri ile, ve paydaşlarla, birbirleri ile etkileşim şeklini etkiler. Bir kurumun kültürünü yaratmada birçok iletişim element i vardır organizasyon hakkındaki hikayeler, ritueller, metaforlar, ayinler ve seremoniler gibi. Kurum Kültürü, kurumun kurucusu tarafından oluşturulur.


  Müşteri Memnuniyeti herhangi bir ürünün müşterinin beklentilerini ne kadar karşıladığı veya bu beklentileri ne kadar aştığıdır. Müşteri memnuniyeti şirketlere ürünleri, yaptıkları işin doğruluğu ve etkileri hakkında geridönüşüm bilgi sağlamaktadır ve dolayısıyla şirketler işlerini daha kolay yönetebilip izleyebilirler. Günümüzde yeni müşteriler kazanmak önemli olsada memnun ettiğiniz müşterilerinizi elizde tutmalısınızki bu müşterilere benim sadık müşterilerim diyebilesiniz.

http://i.zdnet.com/blogs/five-tips-from-inside-the-devils-triangle.jpg
  Bu üç terim bir kurumun marka olması yönünde ve kurumun devamlılığı yönünde kilit faktördürler. Ürünü sadece üretmeniz yetmez, sonuçta ürününüze pazarlar bulamayıp, onu satamadıktan sonra bir önemi yoktur. Bu üç terimi genelde yurtdışındaki büyük kurumlar uygulayabilmektedir, bizim ülkemizde malesefki bu terimlerin üçünü değil birini bulmak zordur.

  Kurum kültürü, o kurumun kurucusu tarafından yaratılır ve o kurumu diğer kurumlardan ayıran unsur olur. Sağlam bir kurum kültürüne sahip bir kurum doğru yönetildiğinde sağlam bir imajada sahip olur. Marka olabilmiş kurumlar imajlarını koruyup yükselttiklerinde, işlerini doğru yaptıklarında müşteri memnuniyeti de kendiliğinden gelir. Müşteri memnuniyetine önem veren kurumlar sağdık müşterilere sahip olurlar, bilindiği gibi günümüzdeki kriz, mriz yüzünden yeni müşteri bulmaktan çok elinizdeki müşteriyi tutmak ondan daha fazla pay almak daha önemlidir.

  Ülkemizdeki yerli kurumlarda marka olmak için uğraşmaktadırlar ama öyle büyük marka olmak kolay değildir ve bu üç terimi öyle uygulamak bunlara sahip olmak o kadar kolay değildir. Bizim şirketler genelde ceplerini doldurmaya bakıp ilerisini gerisi düşünmemektedirler sağolsunlar. Mesela Eczacıbaşı Holding dışardan iyi gibi görünüyor fakat içerisinde alaksız kendini beğenmiş, millete nasıl davranması gerektiğini bilmeyen yöneticilerle çalışanlarla dolu. Eczacıbaşının internet sitesine baktığımızda şöyle der kurumumuzda saygı çok önemlidir falan filan fakat ben iş görüşmesine gittiğimde yöneticilerinde saygının s'si yoktu bana karşı. Mesela Seramiksan diye bir şirket var bilirmisiniz. Bu şirket 1-2 yıl önce kurumsal imaj çalışması yaptı ve işte logosunu falan değiştirdi sözde yenilendi. Kimlik çalışması güzel olmuş bi tasarımcıya vermişler 5-10 kuruş heralde bi logo yartırmışlar bundan ibaret. Birde şirketin sloganı çok başarısız olan ''söz seramiksan sözü'' böyle bir sloganla dünya markası olmak bir kere imkansız bence. Sloganında söz vermesine rağmen benim kişisel deneyimlerim ışığında gittiğim iş görüşmesinde söz vermelerine rağmen sözünde durmayıp başka biriyle anlaşıp bana haber bile verilmedi söyleyin bakalım ben bir daha bu kuruma güvenip, bu kurumdan birşey alınmasına izin verirmiyim bence vermem.

  Ülkemizdeki uluslararası markalarda Marka İmajı konusunda sık sık sıkıntılar yaşamaktadır. Aklımda kalanlardan biri Mc Donald's soğutucusuna küçük bir mendil satan çocuk kilitlenmişti. Bu olay haberlerde bayağ bi yer almıştı ve kurumun imajına oldukça zarar vermişti. Marka İmalını düzeltmek için de çalışmalar yapıldı mesela çalışanları kovdular, tvlere çıkıp açıklamalar yapıldı ama olumsuz birşeyle anıldılar bir kere. Zaten ülkemizde Mc Donalds ın iyi iş yaptığını söylemek yanlış olur çünkü rakibi Burger King daha popülerdir ülkemizde. Burger King de 1-2 yol önce çıkan spekülasyonlarda kullandığı ürünlerin içinde sakatat gibi hayvan atıklarının bulunduğu iddia edilmişti. Başlarda bu dedikodular kuruma gerçekten zarar vermişti herkes burger yeme konusunda biraz çekinceli kalmıştı fakat zamanla Tvlerde çıkan reklamlarda %100 daha eti dendi ve zamanla millet tekrar burger yemeye başladı. Bir kurumun imajını yaratmak zordur fakat kaybetmekde bir o kadar kolaydır, çıkan bir dedikodu kurumun imajına oldukça zarar verebilir. Sosyal medyanın bu kadar güçlü olduğu bir dünyada kurumların sosyal medyayı iyi takip edip, iyi analiz etmeliler ve dedikodulara çıkmadan önce müdahale etmelidir. Aslında müşteri memnuniyetine önem veren kurumların dedikodu gibi olaydan korkmalarına da gerek kalmaz.

  Büyük bir marka olmak gerçekten'de kolay değildir. Ülkemizdeki kurumlarda bu işi iyi yapamadıklarından dolayı büyük marka yoktur diyebilirim. Sonra'da hep tartışılır neden bizde uluslararası büyüklükte marka yoktur demekteyiz. Uygulanması gereken birçok olay vardır fakat bunlardan en önemlileri şeytan üçgeni dediğim üç terimdir. Bunların iyi uygulanıp sağlam olması durumunda kurumun hiçbirşeyden korkmasına gerek kalmaz.



 

4 Mayıs 2012 Cuma

Beyin Göçü ( be in go c u)


  Anlam olarak ''Beyin göçü, yetiştirilmesi için büyük kaynak gerektiren veya yetiştiği halde ilgisizlik ve olanaksızlık nedeniyle bilim adamı, hekim, mühendis vb. gibi vasıflı insan gücünün daha gelişmiş bir ülkeye göç etmesi.''(Wikipedia)

  Beyin göçü dendiği zaman öncelikle beyinde meydana gelen bir hastalık olarak anlaşılmamalıdır. Beyin göçü bir ülkedeki eğitimli, vasıflı insanların, genelde gençlerin daha iyi ekonomik ve sosyal imkanlara sahip olmak için kendi ülkesini bırakarak farklı ülkelere göç etmesidir.

  Ülkemizde her yıl birçok genç Üniversitelerden mezun olmaktadır. Malesefki kapasite açısından herkesin iş bulabilmesi yada istediği işe yerleşebilmesi imkansızdır. Yanlış veya yetersiz rehberlik hizmetlleri yüzünden çoğunluk istemediği alakasız bölümden mezun olmaktadır ve istemediği bir işte çalışmak zorunda kalmaktadır ve dolayısıyla sonuçta başka birinin bölümünü mesleğini işgal etmektedir. Nüfüs açısından bakarsak genç nüfüsün bu kadar yoğun olduğu bir ülkede iş bulmakda oldukça zordur.

  Ülkemizdeki vasıflı insanların acaba ekonomik sebeplerden ağırlıklı olarak mı bu ülkeden, doğduğu topraklardan göç etmektedir yoksa başka bir sebebi mi vardır. Gençlerin sadece daha çok para kazanmak için gittiklerini söylemek onlara haksızlık olur. Ülkemizdeki şirketlerinde bu durumda suçu vardır. Yabancı kökenli şirketler işe alım sürecinde, adaylara gerekli saygıyı göstermektedirler. Fakat bu topraklarda doğmuş bu topraklara bence borcu olan kendi şirketlerimiz neden adaylara gerekli saygıyı göstermemektedirler, acaba buna sonradan görmelik demek doğru olurmu?

  Bu kadar genç nüfüsa sahip bir ülkede herkesin Üniversite okuyup iş bulabilmesi zaten imkansızdır. Herkesin üniversite okumasınada gerek yoktur, ülkemizde ara elemana da ihtiyaç vardır. Mesleki eğitimin geliştirilmesi gerekmektedir.

  Ülkemizde belirli dönemlerle beyin göçü konusunu ön plana çıkartılmaktadır. İrili ufaklı projeler, yarışmalar düzenlenmektedir ve bunlar janjanlı şekilde televiyonda reklamlarda çıkıp bazı programlarda tartışılmaktadır. Beyin göçü hakkında birşeyler yapmak, tartışılıp, konuşulmasını sağlamak şirketlere toplumun gözünde sempati kazanmaktadır ve bu yüzden beyin göçü terimi arada bir ortaya çıkar farklı mecralarda.

  Kendimden örnek verecek olursam görüşmeye gittiğim yerli şirketlerden beklediğim ilgiyi ve saygıyı göremedim. Bu şirketlere karşı güvenimi geri dönmemek üzere kaybettim. Güvenimi kaybetmemin sebebi genelde görüşmeye gittiğim şirketlerimiz karşımıza çıkardıkları kişilerin bu görüşmeyi yapabilecek gerekli kapasiteye sahip olmamalarındandır. Görüşmeye katıldığım şirket yetkililerinin çoğu mesela '' Neden kendi mesleğini yapmıyon'' yada '' Başka şehirde niye çalışmıyon'' yada '' Üç aydır işmi arıyon işşizmisin'' gibi gereksiz, gençlerin umudunu ve şevkini kıran sorularla karşılaştım. Benim nerede çalışıp, hangi mesleği yapmak isteğime kendini beğenmiş ve benim işşiz olmamla dalga geçip beni küçük düşürmeye çalışan bir yönetici karar veremez. Ben zaten başvurumda nerde nasıl ve ne şartlar altında çalışacağımı belirtmişim istemiyorsan çağırma görüşmeye.

  Zorlu eğitim hayatını tamamlamış ve gençliğin getirdiği dinamizmle çalışmak isteyen gençlerimiz malesef birçok faktör sebebiyle çalışma azmini daha işe başlamadan kaybeder ve şansını farklı ülkelerde denemeye kadar verir.